İMAM-I MATÜRİDİ
Ehl-i sünnetin iki i'tikad imamından birincisi. İsmi, Muhammed bin Muhammed Matürîdî'dir. Künyesi, Ebü Mensür'dur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekte olup, 238 (m. 862) yılın da doğduğu tahmin edilmiştir.
Doğum yeri Semerkand'ın Matürid nahiyesidir. 333 (m. 944) de Semerkand'da vefat etti. Ebü Eyyüb Halid bin Zeyd el-Ensarî'nin soyundan olduğu bazı tarihçiler tarafından kaydedilmiştir.
İmam-ı Matürîdî, İmam-ı a'zam Ebü Hanîfe'nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet i'tikadının, kelâm bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve isbat etti. Kelâm ilminde, akaidde müctehid olan İmam-ı Matürîdî, kelâm ve fıkıh ilmini Ebü Nasr İyad'dan öğrendi.
İlimde çok iyi yetişen İmam-ı Matürîdî, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet i'tikadını yaymıştır.
Yetiştirdiği talebelerden el-Hakîm es-Semerkandî adıyla meşhur Ebü'l-Kasım îshak bin Muhammed, Ebü Muhammed Abdülkerim bin Musa el-Pezdevî, Ebü'l-Leys el-Buhari ve Ebü'l-Hasen bin Sa'îd gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İmam-ı a'zam hazretlerinden gelen i'tikad bilgilerini nakleden İmam-ı Matürîdî'den sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamber efendimizin gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet i'tikadını yaymışlardır.
İmam-ı Matüridî'nin yaşadığı devir, Abbasî Devleti'nin zayıflamaya başladığı ve yeni İslâm devletlerinin kurulduğu, çeşitli siyasî güçler ve i'tikadî firkalar arasında mücadelenin arttığı bir zamana rastlar. İmam-ı Matüridî de diğer İslâm âlimleri gibi, kendi zamanında Ehl-i sünnet i'tikadını müdafaa etmiş, açık bir şekilde izah ederek yaymış ve müslümanların bu doğru i'tikada uymalarını sağlamıştır. Bu hususta takip ettiği usul, İmam-ı a'zamın el-fikh-ül-ekber, er-Risale, el-fikh-ül-ebsat, el-Âlim vel müteallim ve el-Vasiyye gibi i'tikadla ilgili kitaplarında bildirilen i'tikad bilgilerini, aklî ve naklî delillerle açıklıyarak tasnif etmek olmuştur. Böylece Matüridî hazretleri, Ehl-i sünnet i'tikadında müctehid imam oldu.
Eserleri:
Hayatını ilme ve Ehl-i sünnet i'tikadını yaymaya hasreden ve bu hususta büyük hizmetler veren Matüridî hazretleri, benzerine rastlanmayacak ölçüde değerli eserler yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır
1- Kitab-üt-tevhîd: Bu kitapta sapık fırkaların sözlerinin yanlış olduğunu isbat edip, doğru i'tikad olan Ehl-i sünnet i'tikadını çok mükemmel bir şekilde açıklamıştır.
2- Te'vilat-ül-Kur'an: Tefsîre dair benzeri az bulunan bir eserdir. Semerkandî bu esere büyük bir şerh yazmıştır.
3- Reddü Evaili'l-Edille lil Ka'bi ve Beyanü vehmi'l Mu'tezile: Mu'tezileyi reddeden ve çürüten bir eserdir.
4- Er-Reddü ala usül'il Karamita: Karamita fırkasını reddeden bir eserdir.
5- Reddu kitab-ül-imame li Ba'zir-Revafiza: Eshab-ı kirama düşman olanları reddeden bir eseridir.
6- Kitab-ül-makalat fil-kelâm: Kelâm ilmine dair bir eseridir.
7- Me'haz-üş-şeriyye: Fıkıh ilmine dairdir.
8- Kitab-ül-cedel: Usül-ü fıkıh ilmine dair olan bu eserinden başka kitapları da vardır.
Taşköprüzade şöyle yazmıştır "Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelâm ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafiî'dir. Hanefi olanı, Ebü Mensur Matürîdî, Şafiî olanı ise Ebü'l Hasen el-Eş'ari'dir." Bazı kitaplarda, Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi diye yazılı ise de, bu kendi çalışmalarına verilen isimdir, ayrı mezhep değildir. Her ikisi de Ehl-i sünnet itikadını anlatmıştır. Aralarında ictihad farkları vardır. Bu ayrılıklar temelde ayrılık olmadığı için, ikisi de Ehli sünnettir.
Zebidî de şöyle demiştir: "Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eş'arîler ve Matüridîler kastedilir."
Bu ayrılıkları çıkaranların ve bunların sözlerine inanarak bozuk düşüncelerini benimseyenlerin ileri sürdükleri sebepler çok çeşitli ve herbirine göre farklı olmakla beraber, esas sebepler "Münafık ve başka dinden olanların çıkardıkları fitneler, Kur'an-ı kerimin müteşabih ayetlerini kendi anlayışlarına göre te'vil etmeye kalkışmaları, eski Hind ve Yunan felsefesi ile, Mecüsî inançlarının İslâmiyete sokulma çabaları, Eshab-ı kiramın maslahata (huzurun, dirliğin, iyiliğin teminine) ait konulardaki ictihad ayrılıklarını anlayamama ve bunları kendi nefsanî arzularına, siyasî maksat ve ihtiraslarına perde veya alet etme, kısa zamanda çok geniş ülkelere yayılan İslâmiyetin henüz yeni müslüman olmuş büyük kitlelerce tam anlaşılmadan birtakım insanların eski din ve inançlarına ait bazı unsurları tamamen terk edememeleri ve bunları islamiyetten sayma yanlışına düşmeleri" şeklinde özetlenebilir.
İmam-ı Matüridî ve İmam-ı Eş'ari ayrı bir mezheb kurmamışlar, Eshab-ı kiramın, Tabiînin, dört mezheb imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri îman ve i'tikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan İmam-ı Eş'ari, İmam-ı Şafiî'nin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridî ise İmam-ı a'zamın talebe zincirindedir.
Ehl-i sünnet i'tikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda i'tikadda doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat i'tikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takib etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet i'tikadını nakletmişlerdir.
İmam-ı Matürüdî'nin naklen bildirdiği Ehli sünnet i'tikadının başlıca esasları şunlardır:
Allahü teâlâ kadîm olan zatı ile vardır.
Herşeyi, O yaratmıştır. Birdir. İbadete hakkı olan da O'dur. O'ndan başka hiçbir şey, ibadet olunmaya layık değildir. Kamil sıfatları vardır. Bu sıfatları; hayat, ilim, semi', basar, kudret, irade, kelâm ve tekvîn' dir. Bu sıfatları da ezelîdir. Allahü teâlânın isimleri tevkifidir, yani dînimizde bildirilen isimleri söylemek uygun olup, bunlardan başkasını söylemek yasak edilmiştir.
Kur'an-ı kerim Allah kelâmıdır, O'nun sözüdür. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahluktur. Bu harf ve kelimelerin manası, Kelâm-ı ilahiyi taşımaktadır. Bu harflere, kelimelere Kur'an denir. Bu harf ve kelime kalıpları içinde Kelâm-ı ilahi olan Kur'an mahluk değildir. Allahü teâlânın öteki sıfatları gibi ezelîdir, ebedîdir.
Allahü teâlâyı mü'minler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani şekli olmıyarak görecektir.
Nasıl görüleceği düşünülemez. Çünkü O'nu görmeyi akıl anlıyamaz. Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Bu dünya ve insanın bu dünyadaki yapılışı O'nu görmek ni'metine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen yalancıdır. Hz. Musa, peygamber olduğu halde bu dünyada göremedi. Peygamberimiz mi'rac gecesinde gördü ise de, bu dünyada değildi. Dünyadan çıktı, ahırete karıştı. Cennete girdi ve orada gördü.
Allahü teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve kötü işlerin hepsi O'nun takdiri, dilemesi iledir. Fakat iyi işlerden razıdır, fenalardan razı değildir, insanın yaptığı işde, kendi kuvveti de tesir eder. Bu tesire "kesb" denir.
Peygamberler Allahü teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır.
Onların Allahü teâlâdan getirdiği her haber doğrudur, yanlışlık yoktur.
Kabir azabı, kabrin sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen meleklerin soru sorması, kıyamette herşeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, yer küresinin, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerinde toplanması, yani ruhların cesetlere gelmesi, kıyamet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkuşu ve kıyamette sual ve hesap, iyiliklerin ve günahların oraya mahsus bir terazi ile tartılması, Cehennem üzerinde sırat köprüsünün bulunması vardır. Bunların hepsi olacaktır.
Mü'minlere mükafat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet, kâfirlere azap için hazırlanmış Cehennem şimdi vardır.
Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. Cennet ve Cehennem ebedî, sonsuz kalınılacak yerdir. Zerre kadar îmanı olan ve bu îman ile ahırete göçen Cehennemde ebedî (sonsuz) kalmıyacaktır.
İbadetler îmana dahil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tembellikle yapmayan ka'fir olmaz. Mü'min ne kadar büyük günah işlerse işlesin îmanı gitmez.
Ancak farzlara ve haramlara, olduğu gibi inanmak lazımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeye kalkışmak îmanı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmağa sebep olur.
Halifelikten konuşmak, dînin esas bilgilerinden değildir. Dört halifenin yüksekliği halifelik sıralarına göredir. Eshab-ı kiramın hepsini istisnasız sevmek ve hürmet etmek lazımdır. Hepsi adil ve din ilimlerinde müctehid idiler.
Muhammed aleyhisselama îman edenler, başka peygamberlerin ümmetinden daha üstündür.
Matem tutmak, dinde yoktur. Üzülmek başka, matem tutmak başkadır. Hadîs-i şerîfte Peygamberimiz: (İki şey vardır ki, insanı küfre (îmanın gitmesine) sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyurdu.
Resulullaha, Eshab-ı kirama, Tabiîne ve evliyaya tevessül ederek, yani onları vesîle ederek dua etmek, duanın kabülüne sebep olur.
Dîni deliller müctehidler için dörttür Kitap, Sünnet, îcma-i ümmet, Kıyası fukaha. Avamın delili müctehidin fetvasıdır.
Tenasühe, yani ölen insanın ruhunun başka bir çocuğa geçerek, tekrar dünyaya gelmesine inanmak, dîne aykırıdır. Böyle inananın îmanı gider.
Kıyamet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler kötülere şefaat edecek, araya girecektir. Peygamberimiz, "Şefaatim ümmetimden günahı büyük olanlaradır" buyurdu.
Peygamberin mu'cizesi, evliyanın kerameti ve salih mü'minlerin firaseti haktır.
Evliyanın kerameti, vefatından sonra da devam eder.
Her bid'at dalalettir, sapıklıktır. Bid'at, dinde sonradan yapılan şey demektir. Peygamberimiz ve dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra dinde meydana çıkarılan, i'tikad ve ibadet olarak yapılmaya başlanan değişikliklerdir ve büyük felakettir.
Mest denilen ayakkabı üzerine mesh ederek (ıslak el ile dokunarak) abdest alınır. Çıplak ayak üzerine mesh edilmez.
Ebü Mensür-i Matürîdî hazretleri, irade-i cüz'iyye hakkında buyurdu ki: irade-i cüz'iyye, bir varlık değildir. Var olmıyan şey, yaratılmış olmaz, irade-i cüz'iyye, kullarda bir haldir. Kuvveti, birşeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, irade-i cüz'iyyelerini kullanmakta serbesttir. Mecbur değildir. Bu mezhebe göre şeytana: îrade, bende bir haldir, iyiliğe kullanırsam Allahü teâlâ iyiliği yaratır. Kötülüğe sarf edersem, onu yaratır.
Eğer sarf etmezsem, ikisini de yaratmaz, diye cevap verilir.
Allahü teâlânın, kul irade etmeden de, yaratması caiz ise de, ihtiyari olan işleri yaratmaya, kulların iradelerini sebep kılmıştır. İrade-i cüz'iyyemizin sebep olması da, Allahü teâlânın iradesi iledir. Kul, bir iş yapmak irade edince, Allahü teâlâ da, o işi irade öderse, o işi yaratır. Kul irade etmezse, ihtiyarî olan o işi yaratmaz. Şu halde, kul irade-i cüz'iyyesini ibadete sarf ederse, Allahü teâlâ, ibadeti yaratır. Eğer günahlara sarf ederse, günahları yaratır.
O zaman kul, dünyada fena olur, ahırette azap görür. Böyle olduğunu bilen bir kimseye, şeytan birşey diyemez.
"Siz, ancak Allahü teâlânın dilediğini arzu edersiniz!" mealindeki ayeti kerimenin ma'nasını, Ebü Mensür-i Matürîdî hazretleri şöyle açıklıyor "İhtiyari işleriniz, yalnız sizin iradenizle olmaz. Sizin iradenizden sonra, Allahü teâlâ da, o işi irade edip yaratır.